SON YALNIZ GÜN

       
        Saat daha çok erken ama o uyanık. Yağmur çiselemeye başladı. O ise yatağına uzanmış, bir filmi takip eder gibi dışarıyı izliyor. Sokak bomboş, adeta ıssız bir çölü andırıyor. Zaman akıp geçiyor. Saatin tik takları odanın dört bir yanına hücum ediyor. Akreple yelkovan asla bitmeyecek bir yarışa girmiş … Saat: 07.43  sokaktan tek tük insanlar geçmeye başladı. O ise düşünüyor. Düşünceler onun düşmanı aklının derinliklerinde saklanıyorlar. O koskoca okyanustan gün yüzüne çıkmayı, keşfedilmeyi hayal ediyorlar … Saat: 08.12 dışarı çıkmaya hazırlanıyor. Ütüne her zaman olduğu gibi siyah bir kıyafet ve bir pantolon giydi. Askılıktan her zamankinden farklı olarak beyaz montunu aldı. Ve dışarı çıktı. Yağmur durmuştu. Uzaktan sokağın sonundaki hastanenin bir kısmı görülebiliyordu sadece. Sokaktaki kalabalık gittikçe artıyordu. Hastaneye yaklaştığında banka oturmuş bir kadın gördü yanında da iri yarı bir adam vardı. Kadın ağlıyordu. Adamsa kadını boş tesellilere boğuyordu. Daha fazla kulak misafiri olmadı. Yoluna devem etti. Evden çıkarken ajandasını almıştı. Bu ajanda yol uzadıkça ağırlaşıyordu. Yada ona öyle geliyordu. Gerçi nereye gitmek istediğini de bilmiyordu. İstediği yere gidebilirdi, nede olsa o yalnız bir adamdı. Ailesi yıllar yıllar önce 1999 depreminde ölmüşlerdi. Kendisi de  bu depremde sağ kolunu kaybetmişti. Ve böylece o gece asla kapanmayacak yaralar açılmıştı. Psikolojisi bozulmuş ve asosyal bir kişilik haline gelmişti. Genellikle gerek olmadığında dışarı çıkmazdı. Bugün diğerlerinden farklıydı. Belki de hissetmişti. Son günlerde rüyaları ile gerçekleri karıştırmaya başlamıştı. Belki de deliriyordu. Yoluna devam etti.  Elindeki ajanda gittikçe ağırlaştı. Artık onu tutamıyordu. Eli boncuk boncuk terlemeye başladı. Elinden bırakmak istese de bırakamadı. Aklı buna engel olmuştu. İnatçılık onun ruhunda vardı. Sonunda otobüs durağına vardı. Yoldan geçen insanlar sanki onu izliyordu. Yada o öyle sanıyordu. Otobüs geldi ve  bindi. Ayakta duramıyordu. Hayat onu oldukça yormuştu. Yaşamının bir amacı olmalıydı. Ama o bunu bugüne kadar bulamamıştı. Bulduğu boş bir koltuğa kendini attı. Neden buradaydı? Hiç bilmediği bir duraktan nereye gittiğini bilmediği bir otobüse binmişti … Saat 17.17 otobüsten indi. Birkaç adım ve birden çöken karanlık. Bir daha açılmamak üzere aydınlığa kapanan gözler. Ve anlam dolu dakikalar. Saatin tik takları. Ve aynı son.


                                                                             

    Polis- Onu  tanıyor muydunuz?

    Mahalleden bir kadın- Evet, uzun süredir sokağın başındaki evde kalıyor. Annesi babası ve daha doğmuş kardeşi 1999 depreminde ölmüş. Kolu bu depremde kopmuş. O günden beri yalnız. Hiçbir kimsesi yok. Arada bir yemek götürürdüm. Ne zaman görsem mutsuzdu. Evinden gerek olmadıkça çıkmazdı. Yani asosyaldi.      
          
    Polis - Tutulan arşiv belgelerinden şizofren olduğunu öğrendik bunu biliyor muydunuz?

    Mahalleden bir kadın- Hayır, bilmiyordum (şaşkınlıkla) nasıl olur? hiç belli etmedi.

                                    
                                                                         
 
     Oscar Wilde'nin de dediği gibi "Herkes aynı gökyüzüne bakar. Kimi yıldızları görür, kimi karanlığı..." O her zaman karanlıktaydı. Artık aydınlıkta


                                                                                                                                                     Yazan: Arda ERKOŞUN

                                                                                                                                  
    



     


    
 

Comments

Popular posts from this blog

Yalnızca Biz mi varız?

Büyük Sır: Kara delikler